8 Nisan 2010 Perşembe

Turizm İşletmelerinde Hijyen Bilinci ve Denetimi

Remzi Kitapevi’nin yayınladığı, “J.A.C.Brown tarafından hazırlanan “TIB ANSİKLOPEDİSİ” kitabında “hijyen” kavramı konusunda, gayet sade ve kısaca; “Sağlık bilimidir” açıklaması vardır.

Yiyecek ve içecek sektöründe hijyen; Yiyecek ve içecek ürünlerinin üretiminden tüketimine kadar geçen süre içinde, sağlık kuralları içinde ve antibakteryel olarak hazırlanması, depolanması, sevki ve sunulması işlemlerinin bütününü kapsar.
En büyük bakteri kaynağı, portörü ve bulaştırıcısı ise hijyen kurallarını bilmeyen, bilse de uygulamayan, önemsemeyen ve denetlenmeyen sektörümüz insanlarıdır.

Eğer yiyecek ve içecek üretimi yapan bir işletmede “HACCP” sistemi uygulanmakta veya “ISO” belgeli bir işletme ise, bu işletmede hijyen kurallarına gereğince uyulduğu ve ciddi bir kuruluş tarafından denetlendiği anlamına gelmektedir.

Uluslararası etkinlik gösteren büyük tur operatörleri, çalışacakları işletmelerde ya yukarıda belirttiğim belgeleri aramaktalar veya kendi kriterlerini beraberlerinde getirmekteler. Kendi kriterlerinin uygulanmasını istedikleri işletmeleri, merkezlerinden gelen uzman kişilere denetletmekte ve anket formu doldurtmaktalar.

Peki ya diğer işletmeler? Yani “HACCP” sistemini uygulamayan veya henüz “ISO” belgesine sahip olmayan işletmelerin durumu nedir? Bence yürekler acısıdır. Yalnız onlar mı? Ya, lokantalarımız, kebapçılarımız, kafeler, büfeler, pastaneler, fırınlar v.s.

Bu işletmelerin hijyen kuralları konusunda bir fikirleri var mıdır? Bir denetimden geçiyor mudurlar? Denetim varsa, denetleyenler hangi kriterlere göre bu göreve seçilmişlerdir? Şayet, denetim uzman kişiler tarafından yürütülüyorsa, bu tür işletmelerde pisliğin, hijyensizliğin önü niye kesilmiyor acaba?

Bence halkımızın sağlığı Allah’a emanet.
Türkiye’de yaşayan bazı insanlar, bakterilere karşı bizden daha dayanıklı ülke insanı yoktur diye düşünüyorlar. Nitekim, yöneticilik yaptığım otellerdeki işletme doktorlarına; “Yabancı turistler arasında en fazla rahatsızlık konusu nedir?” diye sorduğumda aldığım yanıt; “Mide ve bağırsak bozuklukları” olmuştur. Yani, yabancılar bizim yiyeceklerimizdeki bakterilere karşı bizim kadar aşılanmış(!) değiller.

Bırakalım tüm kentlerimizi ve sorunlarımızı da gelelim Türkiye’nin göz bebeği, Doğu Roma medeniyetinin beşiği, Bizans İmparatorluğunun başkenti, Osmanlı İmparatorluğunun başkenti, 2010 yılı Avrupa kültür başkenti İstanbul’umuzun vahim durumuna.

İstanbul’umuzun durumu bana göre yürekler acısıdır. İstanbul’a gelen ve tanıyan bazı yabancılar iç çekiyorlar ve “Keşke bu kent bizim olsaydı, biz bunun değerini çok iyi bilirdik” diyorlar. Yani; “Siz Türkler, bu güzel ve tarihi kentin değerini bilmiyorsunuz ve kenti çok kötü kullanıyorsunuz” demeye getiriyorlar.

Bu ülkenin tüm aklı başında insanlarına soruyorum… Yabancıların bu serzenişi ve iç çekmesinde hiç gerçek payı yok mudur?

Sıcak bir Akdeniz ülkesi insanları olmamıza rağmen:
* İnsanlarımız hangi sıklıkla banyo yapabiliyorlar?
* Yiyecek ve içecek sektöründe çalışanlar ellerini hangi sıklıkla yıkayabiliyorlar?
* Tuvalette büyük ihtiyacını gidermiş insanlarımız ellerindeki bakterilerden gerçekten kurtulabiliyorlar mı?
* Erkeklerimizin % kaçı küçük ihtiyaçlarını giderdikten sonra ellerini yıkama alışkanlığına sahipler?
* Küçük tuvaletini yapan erkekler ellerini yıkamak için lavaboya gittiklerinde ilk tuttukları ve yıkama bittikten sonra tekrar tuttukları yer musluklar değil midir?
* Küçük tuvaletini yaptıktan sonra lavaboya gitme alışkanlığı olmayan erkeklerimizin ilk tuttukları araç kapı kolu değil midir?
* Peki, siz elinizi yıkamış dahi olsanız tuvaletten dışarı çıkabilmek için ilk tutacağınız araç kapı kolu değil midir?
* Peki, siz başka bir insanda bulunan bakterileri kendi elinize, kendinize bulaştırmış olmuyor musunuz?
* Yiyecek-İçecek sektöründe çalışanların % kaçında ağız maskesi vardır? % kaçında temiz eldiven kullanımı vardır?
* Bizler sohbeti çok seven insanlarız. Çalışırken ağızlardan sıçrayan tükürükler, hazırladıkları yiyeceklere sıçramıyor mudur? İnsanlarımızın büyük çoğunluğunun henüz diş fırçalama alışkanlığı olmadığını, diş doktoruna uğrayacak paralarının olmadığını da hatırlamalıyız.
* Bizler sıcak bir ülkede yaşıyoruz. Yiyecek içecekle uğraşan insanlarımızın çoğu ekstra sıcak karşısında çalışıyorlar. Akan ter nereye gidiyor?
* İşyerlerinin % kaçında tırnak kontrolü yapıldığını umuyorsunuz?
* Yiyecek-İçecek sektöründe çalışan insanların % kaçı işbaşı yapmadan önce ellerini dezenfekte edebilmektedir?
* Yiyecek-İçecek sektöründeki iş yerlerinde bulunan taban zeminler, tezgahlar ve dolaplar ne oranda dezenfekte edilebilmektedir?
* Yiyecek-İçecek sektöründe çalışanların personel tuvaletlerini hiç gördünüz mü?
* Yiyecek-İçecek sektöründe çalışanların % kaçı bone takabilmektedirler? Dökülen saç ve kepeklerin nereye gittiğini ummaktasınız?
* Yiyecek-İçecek sektörü ile uğraşanlar bir denetim ve yaptırım altındalar mıdır?
* Meydan, cadde ve sokaklardaki çöp bidonlarının etraflarındaki çöp sularının izlerinin ve kokularının farkında mısınız? Bu yerler hangi aralıklarla yıkanmakta veya dezenfekte edilmektedirler?
* Rüzgarlı havalarda buralardan kalkan tozları ağzımıza almıyor muyuz? Açık satılan yiyecekler üzerine konmuyorlar mıdır?
* En büyük bakteri kaynağı, ellerimizde dolaşan, ceplerimizde muhafaza ettiğimiz paralarımız değil midir? Bakkal, büfeci, dönerci, simitçi, kasap, balıkçı, fırıncı aynı ellerle hem para mübadelesi yapıp, hem de yiyecek hazırlayıp bize sunmuyorlar mı?
* Toplu taşıt araçlarındaki tutunma yerlerinde bulunan bakteri yoğunluğunu hiç düşündünüz mü?

Bu örnekleri çoğaltmak çok kolay. Benim vurgulamak istediğim, hijyen konusunda ne evlerde, ne okullarda, ne iş yerlerinde, ne belediye denetimlerinde, ne belediye yaptırımlarında ciddi bir eğitimin ve çalışmanın olmaması. Her konuda olduğu gibi hijyen konusunda da vurdum duymaz bir toplumuz. Ama bu konu bizim sağlığımız ile direkt ilgilidir. Bu konu medenileşebilmemiz için işin alfabesi’dir.

Bu konuya, hastanelerimiz veya ilaç firmalarının sponsor olarak sahiplenmeleri, tüm tıp mensuplarının, kamu yönetimlerinin desteği, yazılı ve görsel basının yoğun ilgi göstererek mücadele edilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Yaşadığımız ülke hepimizindir. Ülkemizi başıboş bırakmamalıyız. Batılılar bize bazı kurallar ve standartlar getirdiklerinde alınıyoruz. Gururumuza dokunuyor. Öyle ise biz kendi kendimize, kendi sağlığımız ve kendi geleceğimiz için bir şeyler yapmalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder